Pages

17/04/2021

Râfizî Tecrübe (bir re-make)

 

Râfizî Tecrübe’nin bir re-make’i

 

Addenta/ İlâve: Frolayn hemşire "Ben sadece polisiye-cinayet romanları okurum dedi ; Ahmet Ümit mi ? dedim ; hayır tanınmamış yabancı yazarlar. Ben de tanınmamış, yabancı bir cinayet romanı yazarıyım…"

 

« Giriş: ''Edirnekapı surlarında  iki şarapçı yolumu kesti. Onlara, 'film çekmeye geldik, burada keşif  yapıyorum ekibin bir parçasıyım ve Ayvansaray’ın en güzel yalancısıyım alın size 50 ruble' dedim. Ama Tammuz sıcağında palto giyen şarapçı çoktan bıçağını bıçağını çekmişti.

-dur yapma agh!" » (osimadede)

*

I. Bölüm

Aylardan Tammuz idi, kovamızı rakımızı buzumuzu biraz da ardımızda kalan huzurumuzu alıp piknik yapmaya Ayvansaray surlarına gelmiştik; amacımız A. Ümit, T. Kiremitçi ve Perihan Maiden ablayla Manet'nin "canlı tablo" performansının re-make'ini yapmaktı; sonra paltolu iki adam belirdi.

 

Adamlardan biri Tuna Kuş'a diğeri Kavala'ya benziyordu, genç yaşta çökmüşlerdi besbelli; biri direk gelip yanımıza çöktü; havaya da ağır bir sidik ve leş kokusu; önce bizden şarap için buz isteyecekler sandım; cebimde hep Yeltsin döneminden kalma bir 50 ruble bulundururdum; biri ayaktaydı.

 

Osi karanlık maddenin başı çektiği film ekibi yolun aşağısında kamp kurmuş, bize canlı performans için gizli kamera yerleştirmişti; üstü açık bir Bizans zindanında korunakta gidiydik; Sarıyerli Maiden oldukça rahat, soyunmuş ve bize Ayuverda yapıp sandık cinayetini anlatıyordu; o sırada,

 

adamlar yıkık taş oyuktan içeri girince Maiden birden toparlandı; "canlı tablo" Manet pozunu aldı, ve kameraya baktı; biraz çekinmişti, flaş patladı, ve adam pis kokulu paltosunu çıplak omuzlarına koymak istedi; ben elimi uzattım, ve birden anamorfoz belirdi, elinde bıçak tarzı bir kurukafa…

 

Ümit olanlara ümitsizce bakıyor, Tuna da sessiz önüne bakıyordu; elim o an havada asılı kaldı, biri boğazıma bıçak dayamış gibi kaskatı kesildim; Maiden cesurca aniden kalktı ve adama bir tokat attı, adamın paltosu da düşünce çırılçıplak kaldı; bu bir pusuydu, herşey kusursuzdu.

 

Râfizî tecrübeyi bir zar atımıyla (Balta/zar) balkondan düşme denemesi ile gerçekleştiren bir ergen misâli, saatler önceden kurgulanmış sanki ecel çanları çalıyorken Maiden bir Bizans sarnıcında adamla boğuşurken filme alınmanın güvencesiyle, diğer figüranların boğuşmayı ayırmasını nâfile bekledik.




Ve sanki o Tammuz'da tarih tekerrür etti, faytonlara bindirildik, bir tahterâvan ile Genç Osman veya Cem Sultan zindanlarına sevk edildik; yaralarımızı pansuman için polis adayı, şehit kızı bir Frolayn hemşire tahsis edildi bize; boyunduruk altında istemediğimiz şeylere şahitlik ettik.

 

Yaralarımı iyileştirmesi için yanına gittiğim Frolayn Bacı hemşireye re-make'ten sahneler gösterip bu satırları başucumda okumasını istediğimde, gözleri dolu dolu olmuş ve bütün rimelleri akmıştı; "siz bir cinayet romancısısınız, size tüm kalbimle güveniyorum artık". Öptü ve gitti.

*

II. Bölüm

Hastabakıcı kılığına girmiş kalın paltolu adam tekrar belirdi bir mektup verdi ve kolunun altına sakladığı şarabından bir yudum çekti, uzaklaştı. Mektubu açtım, florasan ışıklar gözümü alıyordu. Güçlükle okudum: ''Osi karanlık madde elimizde''

 

Bandajlarımı ve damaryoluma bağlı bütün hortumları çektim göğüs kıllarıma eğreti tutturulan elektrik kablolarını kopardım. Hemşir’e 'geri döneceğim, makyajını tazele' notunu bırakıp, metrobüsle her şeyin başladığı noktaya gittim; yoldaşlara, Ayvansaray'a, surlara, karanlıkta koşanlara…

 

Müfettiş Dilipak ve antikacı Ş. Gürbüz ile Rafi’ye konum attım. 'Başım belada, Osi karanlık madde de ellerinde' hava kararmak üzereydi, sis iyiden iyiye bastırmıştı. Şarap şişelerinin arasında bir mikro kamera buldum. Görüntüler silinmişti ama ses kaydı duruyordu: 'Yanlış yerdesin Suadiye tren garına gel !'

 

Birden anladım ki bu bir kumpastı. Tuna ve Ümit kıskıs gülüşüyordu surların tepesinde. Kahkaha sesleri aklımı yararcasına saplanıyordu kulaklarıma. Kameralı adamlar raylı sistem üzerinde koşuşturmaya başladı. Beylik tabancamı çıkardım, karanlığa, raylara ve sis'e ateş açtım. Hâlâ kan sızdırıyordum…

 

Tuna ve Ümit sniperla vurmuştu beni. Hemen hedef küçülttüm ve  kendimi Hereke’ye giden bir hendeğe attım. Yönetmen bağırıyor, daha doğrusu zırlıyordu: “daha gerçekçi olun, damn; bu bir Bizans ayak oyunu!

Osi karanlık madde sislerin arasından belirdi kameralara sağ eliyle el salladı sol eliyle beni hendekten çıkardı. Yönetmen bu dostluk gösterisine köpürmüştü…

 

Osi karanlık madde role giremiyordu. Manet'in tablosu yerine dev bir kılıç balığı üzerinde alev almış bir genç kızın (küçük Eros da olabilir) portresini getirdiler. Osi’nin yüzü-gözü döndü; altıpatları çıkarıp Tuna ve Ümit'e ümitsizce kurşun yağdırıyordu. Müfettiş Dilipak ve antikacı Ş. Gürbüz ve Rafi desteğe geldiler, taraflar belirsiz oldu. Ama işte çatışma başlamıştı…

 

İçimizdeki bizanslıları püskürtmeyi başardık. Tuna ve Ümit olay yerinden sağ kaçmayı başardı. Bazılarımız yaralıydı, ama yönetmen Râfizî Rafi tüm bu müsâmerelere rağmen yaşamını yitirmişti. Olay (“canlı tablo”) taze idi, reji hâlâ sözleşmenin üstüne ağıt yakıyordu. Yönetmen koltuğuna minik Lenin geçirildi, kılıç balığı  üstünde kamçısıyla mükemmel bir iş çıkardı. Olaylar yatışınca hepimiz sırayla hemşireyle seviştik. O da biz de çok ağladık.

 

Aucun commentaire: