Râfizî Tecrübe’nin bir re-make’i
Addenta/ İlâve: Frolayn hemşire "Ben sadece
polisiye-cinayet romanları okurum dedi ; Ahmet Ümit mi ? dedim ; hayır
tanınmamış yabancı yazarlar. Ben de tanınmamış, yabancı bir cinayet romanı
yazarıyım…"
« Giriş:
''Edirnekapı surlarında iki şarapçı
yolumu kesti. Onlara, 'film çekmeye geldik, burada keşif yapıyorum ekibin bir parçasıyım ve Ayvansaray’ın
en güzel yalancısıyım alın size 50 ruble' dedim. Ama Tammuz sıcağında palto
giyen şarapçı çoktan bıçağını bıçağını çekmişti.
-dur yapma
agh!" » (osimadede)
*
I. Bölüm
Aylardan Tammuz
idi, kovamızı rakımızı buzumuzu biraz da ardımızda kalan huzurumuzu alıp piknik
yapmaya Ayvansaray surlarına gelmiştik; amacımız A. Ümit, T. Kiremitçi ve Perihan
Maiden ablayla Manet'nin "canlı tablo" performansının re-make'ini
yapmaktı; sonra paltolu iki adam belirdi.
Adamlardan biri
Tuna Kuş'a diğeri Kavala'ya benziyordu, genç yaşta çökmüşlerdi besbelli; biri
direk gelip yanımıza çöktü; havaya da ağır bir sidik ve leş kokusu; önce bizden
şarap için buz isteyecekler sandım; cebimde hep Yeltsin döneminden kalma bir 50
ruble bulundururdum; biri ayaktaydı.
Osi karanlık
maddenin başı çektiği film ekibi yolun aşağısında kamp kurmuş, bize canlı
performans için gizli kamera yerleştirmişti; üstü açık bir Bizans zindanında
korunakta gidiydik; Sarıyerli Maiden oldukça rahat, soyunmuş ve bize Ayuverda
yapıp sandık cinayetini anlatıyordu; o sırada,
adamlar yıkık
taş oyuktan içeri girince Maiden birden toparlandı; "canlı tablo"
Manet pozunu aldı, ve kameraya baktı; biraz çekinmişti, flaş patladı, ve adam
pis kokulu paltosunu çıplak omuzlarına koymak istedi; ben elimi uzattım, ve birden
anamorfoz belirdi, elinde bıçak tarzı bir kurukafa…
Ümit olanlara
ümitsizce bakıyor, Tuna da sessiz önüne bakıyordu; elim o an havada asılı
kaldı, biri boğazıma bıçak dayamış gibi kaskatı kesildim; Maiden cesurca aniden
kalktı ve adama bir tokat attı, adamın paltosu da düşünce çırılçıplak kaldı; bu
bir pusuydu, herşey kusursuzdu.
Râfizî tecrübeyi
bir zar atımıyla (Balta/zar) balkondan
düşme denemesi ile gerçekleştiren bir ergen misâli, saatler önceden kurgulanmış
sanki ecel çanları çalıyorken Maiden bir Bizans sarnıcında adamla boğuşurken
filme alınmanın güvencesiyle, diğer figüranların boğuşmayı ayırmasını nâfile
bekledik.
Ve sanki o
Tammuz'da tarih tekerrür etti, faytonlara bindirildik, bir tahterâvan ile Genç
Osman veya Cem Sultan zindanlarına sevk edildik; yaralarımızı pansuman için
polis adayı, şehit kızı bir Frolayn hemşire tahsis edildi bize; boyunduruk
altında istemediğimiz şeylere şahitlik ettik.
Yaralarımı
iyileştirmesi için yanına gittiğim Frolayn Bacı hemşireye re-make'ten sahneler
gösterip bu satırları başucumda okumasını istediğimde, gözleri dolu dolu olmuş
ve bütün rimelleri akmıştı; "siz bir cinayet romancısısınız, size tüm
kalbimle güveniyorum artık". Öptü ve gitti.
*
II. Bölüm
Hastabakıcı
kılığına girmiş kalın paltolu adam tekrar belirdi bir mektup verdi ve kolunun
altına sakladığı şarabından bir yudum çekti, uzaklaştı. Mektubu açtım, florasan
ışıklar gözümü alıyordu. Güçlükle okudum: ''Osi karanlık madde elimizde''
Bandajlarımı ve
damaryoluma bağlı bütün hortumları çektim göğüs kıllarıma eğreti tutturulan
elektrik kablolarını kopardım. Hemşir’e 'geri döneceğim, makyajını tazele'
notunu bırakıp, metrobüsle her şeyin başladığı noktaya gittim; yoldaşlara, Ayvansaray'a,
surlara, karanlıkta koşanlara…
Müfettiş Dilipak
ve antikacı Ş. Gürbüz ile Rafi’ye konum attım. 'Başım belada, Osi karanlık
madde de ellerinde' hava kararmak üzereydi, sis iyiden iyiye bastırmıştı. Şarap
şişelerinin arasında bir mikro kamera buldum. Görüntüler silinmişti ama ses kaydı
duruyordu: 'Yanlış yerdesin Suadiye tren garına gel !'
Birden anladım ki bu bir kumpastı. Tuna ve Ümit kıskıs
gülüşüyordu surların tepesinde. Kahkaha sesleri aklımı yararcasına saplanıyordu
kulaklarıma. Kameralı adamlar raylı sistem üzerinde koşuşturmaya başladı. Beylik
tabancamı çıkardım, karanlığa, raylara ve sis'e ateş açtım. Hâlâ kan
sızdırıyordum…
Tuna ve Ümit
sniperla vurmuştu beni. Hemen
hedef küçülttüm ve kendimi Hereke’ye
giden bir hendeğe attım. Yönetmen bağırıyor, daha doğrusu zırlıyordu: “daha
gerçekçi olun, damn; bu bir Bizans ayak oyunu!
Osi karanlık madde sislerin arasından belirdi
kameralara sağ eliyle el salladı sol eliyle beni hendekten çıkardı. Yönetmen bu
dostluk gösterisine köpürmüştü…
Osi karanlık madde role giremiyordu. Manet'in tablosu
yerine dev bir kılıç balığı üzerinde alev almış bir genç kızın (küçük Eros da olabilir)
portresini getirdiler. Osi’nin yüzü-gözü döndü; altıpatları çıkarıp Tuna ve
Ümit'e ümitsizce kurşun yağdırıyordu. Müfettiş Dilipak ve antikacı Ş. Gürbüz ve
Rafi desteğe geldiler, taraflar belirsiz oldu. Ama işte çatışma başlamıştı…
İçimizdeki bizanslıları püskürtmeyi başardık. Tuna ve
Ümit olay yerinden sağ kaçmayı başardı. Bazılarımız yaralıydı, ama yönetmen Râfizî
Rafi tüm bu müsâmerelere rağmen yaşamını yitirmişti. Olay (“canlı tablo”) taze
idi, reji hâlâ sözleşmenin üstüne ağıt yakıyordu. Yönetmen koltuğuna minik
Lenin geçirildi, kılıç balığı üstünde kamçısıyla
mükemmel bir iş çıkardı. Olaylar yatışınca hepimiz sırayla hemşireyle seviştik.
O da biz de çok ağladık.
Aucun commentaire:
Enregistrer un commentaire