28 Mart 2021
HATIRÂTIM’DIR.
Beni şimdiye kadar sadece üç kişi sevmişti (ben pek
sevmemiştim, açıkçası): "Ben", "Alt Ben", "Üst Ben".
Üçüyle de geçinemedik, ve yolları ayırdık; ama bu kısa evlilikten üç çocuğumuz
olduğu için hep bağlantıda kaldık; zaman zaman bir araya gelir haracı aramızda
bölüşürüz. Mutlu aile.
Geçen gün hastanede yoğun bir şekilde Sitare
Ağaoğlu'nu düşündüm [silinmez bir çocukluk anısı]; sonra,çok yıllar sonra onun
adasını, koyunu fotoğraflamış bir arkadaşım olmuştu; arkadaşlarımın
arkadaşlarının arkadaşlarım çıkması ne müthiş bir duygu; nefesi kesilir gibi
oluyor insan.
Sonra Rüyamda Hârun'u gördüm; gene kırk yıllık
arkadaşım (Melek yüzlü Şeytan); "Ran" şiiri oradan gelir, el altından
kendisine gönderilmiştir (muhtemelen by Ufuk Üsterman in Paris); olay Hisar
Kahve'de vûku bulmuştur; sonra bir Avusturyalı araştırmacı kadının evinde son
rüyâya yatırılmışızdır.
Aslında şiir biraz saçmaydı ("Bej Tömbeki", kırılma
şiiri de saçmaydı); "ran Hârun hâ ran..." şeklinde başlıyordu, ama
besbelli üzerinde etkili olmuştu. Bir daha hiç görüşmedik. On yıllar sonra, alakasız bir yerde, müşkül,
bekliyor; "sizle tanışmış olabilir miyiz?" dedim: "Ben
şiirinizim!"
Bir gün büyük zorluklarla ("Ben Gemisi") ama neş'e ve umutla
bir ülkeye gittim; ülke de insanları da güzeldi; her şey normal gibiydi;
birden, ama yavaşça, dehşetle fark ettim ki -retoriksiz- bu ülkede insanlar
aşka inanmıyorlardı: Kelime vardı, Şey
yoktu. Ne yapacağımı şaşırdımdı.
Bir gün (herkese nâsip olmaz) bir Prima Donna ile
tanıştım (tanıştırılmadık); gene tanıyamıyorum ama gözlerimi de alamıyorum;
sonunda dayanamadım, önünde diz çöktüm. Kadın dedi ki benim sadece tek şarkım
var o da "Sessiz Gemi", beni zor ayırdılar: O zaman ‘dil-evi’ne
girdim: Serra Yılmaz.
Sonra Gezi olmuş, sol sinmiş, liselilere kalmış
meydan, akademi korku içinde (tweet patlamış); ben şiir, piyano çalıyorum;
arada da dostum Enis Emre'ye (başka kimse yok daha tanıdık tweeter'da) 146
karakterlik rubâiler yazıyorum ve şahsına gönderiyorum: Engelledi, arkadaşlığı
kesti.
Şu yazıyı Thôt tanrısı icat etmeseydi, kesin gene ben
icât edecektim ("harfleri ben icât ettim" demiştim size), kelimeleri
de açıklamıştım. Şimdi ise, çocuk yapacağız artık nişanlımla; çünkü yazıyla
ikâmeyle olmadığını anladık, direk Bezeugung'un
'zeugen'inden devam edeceğiz biz.
Velâkin solculuğun cehâletini anlatmaya kelimeler
yetmez: güpur dantelli bir akademisyen ve Ender'le "Merdivenler"de
içiyoruz (tabiî ki mekânları, dekorları, atmosferleri sezdirmeden hep ben
ayarlarım): Kız demez mi karşıdaki orman ne: Topkapı Sarayı, Gülhâne! O zaman
kaçtım ortamdan.
Kafası çalışan bir istisna vardı: Birol (büyük
Kıvılcımlı, önderlik); şimdi buna Gezi'de nerdeydin diye sorsan gezideydim,
seyahatte yakalandım der. Ama çocuk benle Langa yapmış, Kadırga yapmış,
karanlığı da Aydınlığı da görmüş, Şark hizmetini Şark'ta tamamlamış, memleket
evlâdıdır.
Bir gün şahsına (vûkudan on yıl sonra) 365 sayfalık
roman yazdığım şahsı tesadüfen (bambaşka bir şehirde -onun şehriymiş meğerse)
sokakta bir gece yarısı gördüm; gene birbirimize kenetlendik -arada 5 metre
mesafe- ne o ileri gidebiliyor, ne ben ordularımı geri çekebiliyorum: Tanıyamadım.
Ve ben bunu tamamen unutmuşum; o ise gayet net
hatırlıyor; bu ikinci karşılaşmayı tamamen silmişim; ilkinin idealitesi içinde
akmışım aylarca, capcanlı yapmışım, egzotik ortamlarda dolaştırmışım: Sonra
müşkül ve yalvararak telini bulmuşum, pat yüzüme vuruyor: "Sen beni
tanımadın bile!"
Bunca günâhtan sonra, Büyük Kapatılmam öncesi bir
panik atak esnasında kendime Suriyeli bir cellât tutmuşum, dil bilmediği için
pazarlık kolay oldu; parasını peşin ödedim, ama yufka yürekli çıktı; beslendi
ve beni öldürmeyi unutarak paramı çalıp kaçtı; helâl dedim, ve kapatıldım.
Ben sadece birkaç kitap okurum, okursam da yutarım (Ezekiel); bir gün Mikelangelo'nun
"üçlükleri"ni çevirdim (Hayalet
Gemi), ve onu "disciple" Ali Semizoğlu'na okudum (rahmetli);
("Çarçabuk ölmezsem eğer, bittim demektir" dizesi); adam
"çarçabuk" öldü. Tanıyamadım bile
yüzünü...
Ali m'a dit que: Ali ne m'a rien dit. Je parle, je
parle et j'étouffes... Bir gün Hollandalı bir kadının
sekreteri oldum; ucuz kırtasiye, getir-götür işleri, akşamları dans ederdik
köprü üstlerinde, tomarla kumaşları aşağı sarkıtırdık, sirenler çalardı: Kadın
her şeyime el koydu: Polaroid.
Cathy Hemmer,
Collectionneuse d'objects susceptibles d'art (postbus 11309, 1001 GH,
Amsterdam)
Şaka değil; önce
Agnès Ka diye bir hanımla tanıştırıldım, o da beni çocukluk arkadaşı Claude
Igrek hanımla tanıştırdı; sonra Zeta Jones geldi, bana sen ne Alfa erkeksin
dedi, güldük o an; ama olanların farkına geç vardım. Alfabeyi silmişim
gençliğimde, kelime-i dinme acılarım, Sen.
Sosyal medyada
vakâ-ı adiyedendir; ama ya gerçek, reel bir arkadaşınızın sizi, şiirimsi bir
yazışmada veya alıntılamada, bir gönderi veya iletide "Ahîr Zamanlar" şiirimsi dizenizi
paylaştığınız için sizi kadın düşmanı ilan etmesi: ha Odette Saban? Kanserim
deyince: "Ee nolmuş kızım da…"
Güvenli olmayan
bir siteden yüksek miktarda şiir hizmeti almak için databazımı onlara
açtığımdan bütün tweetlerime el kondu ve dünya kelime-i dimne piyasasına
sunuldu; tüzel varlığıma son verildi, imzâm geçersizdir hâkim bey; masumiyet
kârinesinden yararlanmak ve bu dünyada dolanmak talebim.
Aucun commentaire:
Enregistrer un commentaire