Pages

12/04/2021

HATIRÂTIM’DIR

 

28 Mart 2021

HATIRÂTIM’DIR.

 

Beni şimdiye kadar sadece üç kişi sevmişti (ben pek sevmemiştim, açıkçası): "Ben", "Alt Ben", "Üst Ben". Üçüyle de geçinemedik, ve yolları ayırdık; ama bu kısa evlilikten üç çocuğumuz olduğu için hep bağlantıda kaldık; zaman zaman bir araya gelir haracı aramızda bölüşürüz. Mutlu aile.

 

Geçen gün hastanede yoğun bir şekilde Sitare Ağaoğlu'nu düşündüm [silinmez bir çocukluk anısı]; sonra,çok yıllar sonra onun adasını, koyunu fotoğraflamış bir arkadaşım olmuştu; arkadaşlarımın arkadaşlarının arkadaşlarım çıkması ne müthiş bir duygu; nefesi kesilir gibi oluyor insan.

 

Sonra Rüyamda Hârun'u gördüm; gene kırk yıllık arkadaşım (Melek yüzlü Şeytan); "Ran" şiiri oradan gelir, el altından kendisine gönderilmiştir (muhtemelen by Ufuk Üsterman in Paris); olay Hisar Kahve'de vûku bulmuştur; sonra bir Avusturyalı araştırmacı kadının evinde son rüyâya yatırılmışızdır.

 

Aslında şiir biraz saçmaydı ("Bej Tömbeki", kırılma şiiri de saçmaydı); "ran Hârun hâ ran..." şeklinde başlıyordu, ama besbelli üzerinde etkili olmuştu. Bir daha hiç görüşmedik.  On yıllar sonra, alakasız bir yerde, müşkül, bekliyor; "sizle tanışmış olabilir miyiz?" dedim: "Ben şiirinizim!"

 

Bir gün büyük zorluklarla  ("Ben Gemisi") ama neş'e ve umutla bir ülkeye gittim; ülke de insanları da güzeldi; her şey normal gibiydi; birden, ama yavaşça, dehşetle fark ettim ki -retoriksiz- bu ülkede insanlar aşka inanmıyorlardı: Kelime vardı, Şey yoktu. Ne yapacağımı şaşırdımdı.

 

Bir gün (herkese nâsip olmaz) bir Prima Donna ile tanıştım (tanıştırılmadık); gene tanıyamıyorum ama gözlerimi de alamıyorum; sonunda dayanamadım, önünde diz çöktüm. Kadın dedi ki benim sadece tek şarkım var o da "Sessiz Gemi", beni zor ayırdılar: O zaman ‘dil-evi’ne girdim: Serra Yılmaz.

 

Sonra Gezi olmuş, sol sinmiş, liselilere kalmış meydan, akademi korku içinde (tweet patlamış); ben şiir, piyano çalıyorum; arada da dostum Enis Emre'ye (başka kimse yok daha tanıdık tweeter'da) 146 karakterlik rubâiler yazıyorum ve şahsına gönderiyorum: Engelledi, arkadaşlığı kesti.

 

Şu yazıyı Thôt tanrısı icat etmeseydi, kesin gene ben icât edecektim ("harfleri ben icât ettim" demiştim size), kelimeleri de açıklamıştım. Şimdi ise, çocuk yapacağız artık nişanlımla; çünkü yazıyla ikâmeyle olmadığını anladık, direk Bezeugung'un 'zeugen'inden devam edeceğiz biz.

 

Velâkin solculuğun cehâletini anlatmaya kelimeler yetmez: güpur dantelli bir akademisyen ve Ender'le "Merdivenler"de içiyoruz (tabiî ki mekânları, dekorları, atmosferleri sezdirmeden hep ben ayarlarım): Kız demez mi karşıdaki orman ne: Topkapı Sarayı, Gülhâne! O zaman kaçtım ortamdan.

 

Kafası çalışan bir istisna vardı: Birol (büyük Kıvılcımlı, önderlik); şimdi buna Gezi'de nerdeydin diye sorsan gezideydim, seyahatte yakalandım der. Ama çocuk benle Langa yapmış, Kadırga yapmış, karanlığı da Aydınlığı da görmüş, Şark hizmetini Şark'ta tamamlamış, memleket evlâdıdır.

 

Bir gün şahsına (vûkudan on yıl sonra) 365 sayfalık roman yazdığım şahsı tesadüfen (bambaşka bir şehirde -onun şehriymiş meğerse) sokakta bir gece yarısı gördüm; gene birbirimize kenetlendik -arada 5 metre mesafe- ne o ileri gidebiliyor, ne ben ordularımı geri çekebiliyorum: Tanıyamadım.

 

Ve ben bunu tamamen unutmuşum; o ise gayet net hatırlıyor; bu ikinci karşılaşmayı tamamen silmişim; ilkinin idealitesi içinde akmışım aylarca, capcanlı yapmışım, egzotik ortamlarda dolaştırmışım: Sonra müşkül ve yalvararak telini bulmuşum, pat yüzüme vuruyor: "Sen beni tanımadın bile!"

 

Bunca günâhtan sonra, Büyük Kapatılmam öncesi bir panik atak esnasında kendime Suriyeli bir cellât tutmuşum, dil bilmediği için pazarlık kolay oldu; parasını peşin ödedim, ama yufka yürekli çıktı; beslendi ve beni öldürmeyi unutarak paramı çalıp kaçtı; helâl dedim, ve kapatıldım.

 

Ben sadece birkaç kitap okurum, okursam da yutarım (Ezekiel); bir gün Mikelangelo'nun "üçlükleri"ni çevirdim (Hayalet Gemi), ve onu "disciple" Ali Semizoğlu'na okudum (rahmetli); ("Çarçabuk ölmezsem eğer, bittim demektir" dizesi); adam "çarçabuk" öldü. Tanıyamadım bile yüzünü...

 

Ali m'a dit que: Ali ne m'a rien dit. Je parle, je parle et j'étouffes... Bir gün Hollandalı bir kadının sekreteri oldum; ucuz kırtasiye, getir-götür işleri, akşamları dans ederdik köprü üstlerinde, tomarla kumaşları aşağı sarkıtırdık, sirenler çalardı: Kadın her şeyime el koydu: Polaroid.

Cathy Hemmer, Collectionneuse d'objects susceptibles d'art (postbus 11309, 1001 GH, Amsterdam)

 

Şaka değil; önce Agnès Ka diye bir hanımla tanıştırıldım, o da beni çocukluk arkadaşı Claude Igrek hanımla tanıştırdı; sonra Zeta Jones geldi, bana sen ne Alfa erkeksin dedi, güldük o an; ama olanların farkına geç vardım. Alfabeyi silmişim gençliğimde, kelime-i dinme acılarım, Sen.

 

Sosyal medyada vakâ-ı adiyedendir; ama ya gerçek, reel bir arkadaşınızın sizi, şiirimsi bir yazışmada veya alıntılamada, bir gönderi veya iletide "Ahîr Zamanlar" şiirimsi dizenizi paylaştığınız için sizi kadın düşmanı ilan etmesi: ha Odette Saban? Kanserim deyince: "Ee nolmuş kızım da…"

 

 

Güvenli olmayan bir siteden yüksek miktarda şiir hizmeti almak için databazımı onlara açtığımdan bütün tweetlerime el kondu ve dünya kelime-i dimne piyasasına sunuldu; tüzel varlığıma son verildi, imzâm geçersizdir hâkim bey; masumiyet kârinesinden yararlanmak ve bu dünyada dolanmak talebim.

Aucun commentaire: